Her millet kendi dilinde eserler çıkarır
kendi dili üzerine çalışmalar yapıp geliştirmeyi hedefler. Çünkü anadili onun
bir parçasıdır. Onun tarlasıdır. Ve dil tarlasını yeşertmek verimli hale
getirmek, güzelleştirmek onun gayesidir. Tarlasında çalışınca mutlu olmaktadır.
Çalışmak ona ağır gelmez çalışınca daha fazla çalışmak ister. Dil tarlasını daha iyi hale getirip gelecek
nesillere ulaştırır. Fakat kimliğinden uzak kalmış, başka bir kimliği
sahiplenmişse, bu dil ve değerler onun için hiçbir anlamı yoktur. Hatta bir
kötülük olarak görür. Yıllardır toprağından milletinden kopuk yaşayan bir kişi,
miras olarak babasından toprak kaldığını duyunca ne yapar? Hemen gelip toprağı
ya da tarlayı hemen elinden çıkarır ve tekrar eski yaşantısına döner. Adeta
oradan kalan son bağını koparmak için üçe beşe bakmadan satar ve ilk otobüs
veya uçakla atlayıp uzaklaşır. Şu misali Zaza bilincine sahip olmayan
insanların durumu haliyle ilişkilendirelim. Zaza dili ve kültürü üzerine
yapılan çalışmaları gören bir Zaza şaşırır, afallar. Zaza bilincine sahipse
mutlu olur gelip konu hakkında bilgi almak ister. Eğer Zaza bilincine sahip
değilse adeta beyninden vurulmuşa döner, destek vermeyi bırakın tepki gösterir.
Zaza çalışmayı engellemeyi bile düşünür. Çünkü Zaza bilincine sahip olmayan
kişinin duygu dünyasında, ‘ben özümden kimliğimden ayrılmışken yeni bir kimlik
ve milletin içine kendimi kabul ettirmeye çalışırken siz neden tekrar
hatırlatıyorsunuz bana geçmişimi. Ben Zaza değerlerini aklımdan zihnimden
atarken siz neden sahiplenip savunuyorsunuz. Benim söylemeye çekindiğim,
konuşmaya utandığım dili siz başınızın üstünde tutup niye onun için mücadele
ediyorsunuz.’ Düşünceler arasında boğuşur. Zazalığı hatırlatan tüm araç
gereçlerden kurtulmak ister. Tıpkı yıllar sonra tarlasını satmaya gelen yabancı
gibi. Tıpkı bugün özünde Zaza olup tüm Zaza değerlere düşman olan devşirmeler
gibi. Zaza doğup, ben Kürt kimliğini benimsiyorum diyenlerin düşüncesine bir
şey diyemeyiz. Fakat bireysel olarak yaptığı bu yanlışa Zazaları çekmeye
çalışırsa, işte o zaman dur demek zorundayız. Yaptığı yanlış sadece onunla
kalmayıp tüm Zaza halkının da bu yanlışla ortak edilmesine izin verilmez Bugün
meyvelerin ve gıdaların genetiğiyle oynanıp,doğal yaratılışına ters işlemler
yapılıyor. Genetiği değiştirilen sebze, meyve ,ve baklagillerin tüm yararlı
faydaları yok oldu.Genetiğiyle oynanan ürünler zarar vermeye başladı. Zaza
halkının genetiğiyle , DNSıyla oynanılmasına izin verilmemeli. Zaza gençlerinin
farklı bir şekle girip hem kendine hem de halkına zarar vermemesi için Zazalık
bilincine sahip olmalıdır.
Dil bir milletin
geçmişle gelecek arasındaki güçlü bağıdır. Toplumun kültürünü taşıyıp geleceğe
ulaştırır. Anadil Millete aidiyet duygusunu yerleştiren diğer kavimlerden
ayıran en belirgin değerdir. Bu değerin kaybedilmesi ve kaybettirilmesi o
milletin kendisi olma durumunu riske atar. Nitekim sömürge devletlerin,
sömürgeleştirdiği topraklardaki halkların ilk önce dilini yasaklayıp kendi
dilini onlara dayatmıştır. Fransa Cezayir’i Fransızlaştırmıştır. Bir Cezayirli
Fransızca konuşur ve düşünür. Çünkü dilini yani özünü kaybetmiştir.
Ortadoğu’nun kadim
halkı Zazalar, ortadoğunun köklü dili Zazaca. Bu kadim dilin sahipleri Zazalar
yeterince diline sahip çıkıp hak ettiği değeri veriyor mu? Yüzyıllardır
konuşulan ve bir yüzyıla yakın da yasaklar içinde yaşatılan dil Zazaca,
günümüzde tüm koşullar uygunken yeterince çalışmalar ve yapılıyor mu? Dil bir
millet için bu kadar önemliyken Zazalar ne kadar bunu farkında? Beraber aynı
zorlukları yaşadığımız Kürtler Kürt dili için tüm imkân ve kaynakları kullanıp
Kürtçeyi geliştirirken biz Zazalar bunu yapmakta biraz yavaş davranıyoruz.
Anadilimizin gelişip güçlenmesi için topyekun ayağa kalkıp Zaza dilimizi aktif
canlı ve yaygın hale getirmeliyiz. Atalarımız dilimizi yüzyıllarca sadece sözlü
olarak bile bu kadar zengin güçlü ve sağlam bir şekilde bize ulaştırdı. Biz ise
tüm imkân ve kaynaklara basit ve kolay ulaşmamıza rağmen atalarımıza layık bir
Zaza duruşu sergilemekten uzak bir görüntü çiziyoruz. Dedemizden babamızdan bir
karış toprak kalsa ona sahip olmak için her şeyi yaparken dedemizin büyük büyük
dedemizin bize bıraktığı dilimize mirasımıza sahip çıkamıyorsak, dönüp bir
kendimize bakıp sorgulamamız gerekir. Kürtler Kürtçeyi geliştirirken, Türkler
Türkçeyi geliştirirken biz oturmuş onları seyrediyoruz. Bizim dilimiz uyarı
vermişken bide. Zazalar olarak dilimizi kültürümüzü yaşamalıyız yaşatmalıyız ki
çocuklarımıza bırakacağımız değerlerimiz olsun. Atalarımız bize bıraktı biz de
torunlarımıza bırakabilmek için çalışmalıyız.
MA ZONÊ XORİ WAR VECİ. MA BAWKALON XU HET NİŞARMİ.
Bir şeyi kırk defa deyince olurmuş. Aslında o şey kırk defa demenle olmuyor. Kırk defa diyerek o şey üzerinde psikolojik etki, o şeyin artık karşı koyma direncinin zayıflaması sonucu çaresiz kabulleniştir. Zazalara işte bu yöntemle kimliksel değişim yapılmaya çalışıldı. Bir Zaza genci kimliksel bir bilinç kazanmadan beraber yaşadığı halk tarafından bir kimlik dayatıldı. Kürtlük kimliği üzerine yapıştırıldı. Ben Zazayım dediğinde ise milliyetçi ve ulusalcı çevre Kürtlük dayattı. Ya da Zaza kimliği üzerinde aşağılayıcı ve küçümseyici söylemler söyleyerek Zaza kimliğini hor görmeye toplum içinde küçük düşürmeye çalıştı. Böylece Zaza gencini Zazalıktan soğutmayı amaçlandı. Sohbetlerde Zazalıkla ilgili bir şey konuşulmaz, o Zaza genci büyür çalışmak için gurbete batıya gider, memleketinin adını söyler. Karşısındaki kişinin zihniyeti doğu eşittir Kürt. Öyleyse sende Kürtsün der. Ve Zaza genci Zazayım dese bile karşısındaki kişi ne Zazayı bilir ne de Zazalığı. Bir kez daha bu durumla karşılaşır. Zaza genci Devlet ve devletin tüm idareci, yönetici kesim ve çevreler, Zaza gencine Kürt muamelesi yapar. Ve Zaza genci kırk defa Kürtlük etiketi yapıştırılır. Bir kere çıkardı, iki kere çıkardı, üç kere çıkardı, dört, beş derken artık çıkarma gücü kendinde bulamaz. O da artık kürdüm demeye başlar. Bir şeyi kırk defa deyince mecburiyetten kabul etmek zorunda kalırız. Bu toplumsal etkilerle ve şartlara karşı koyma gücünü kendimizde her zaman bulamayabiliriz. bazen ‘dedem biz Kürdüz dedi’,’babam Kürdüz der’ söylemlerini Zaza gençlerinden duyarız. Çünkü dedeleri babaları ve hatta onlar bile bu toplumsal koşulların etkisinden kalarak kendi kökeninden ve kendi kimliğinden uzaklaşmışlardır. Örnek kendini daha tanımlayamayan civcivi ördek yavruları arasına koyarsan, bir süre sonra kendini ördek sanır. Bu tam tersi durum içinde geçerlidir. Zaza, Türk veya Kürt bir kavim, millet adıdır. Bu adı zorla başkasına dayatıp sen bu adı kullanacaksın demenin hiçbir insani izahı yoktur. Kürt olmayan Zazayı zorla Kürt yapma, veya Türk olmayan bir kürdü zorla Türk yapma gayreti içine girmek yerine herkese saygı duymak daha vicdani ve insanlığa yakışır bir harekettir. Nuştoğ: ALİ PİRONIJ
Türkiye kuruluşundan itibaren ulusçu bir sistem ve düzene göre dizayn edilmek istendi. Fakat bu Türkiye demografik yapısına hiç uygun değildi. Çünkü Türkiye toprakları bu sistemi taşıyamayacak kadar çok kültürlü, çok renkli bir etnik çeşitliliğe sahiptir.
Türk ulusçuluğu üzerine inşa edilince diğer etnik kimlik ve kültürler toplum içinde arka plana atılmaya başlandı. Ve bu durum daha sonraları toplumsal sorunlara neden oldu. Mevcut durum daha çok Kürt kimliği üzerinden tartışılsa da,diğer etnik kimliklerde aynı sıkıntıyı yaşıyordu. Fakat göz önünde olan Kürtlerdi. Bu yüzden Kürtlük üzerinden söylemler gelişiyordu. Biri ben Kürdüm anadilim Kürtçe derse veya Kürtçe konuşursa
KÜRT DİYE BİŞEY YOKTUR. KÜRTLER TÜRK BOYUDUR.
KÜRTÇE DİYE BİR DİL YOKTUR. TÜRKÇENİN BİR LEHÇESİ VEYA BİR AĞZIDIR.
KÜRT KELİMESİNİ DIŞ MİHRAKLAR ORTA ÇIKARDI. TÜRKLERİ BÖLMEK İÇİN VS.
söylemlerle kişiler yıldırılıyor, baskı ve linç girişimleriyle bu söyleminden vazgeçiriliyordu.
Bu söylemlerle Kürt halkı yok sayılıyordu. Kürtçe ve Kürtlük inkâr ediliyordu. Devlet etnik çeşitliliği tehdit olarak görüyordu.
Kürt çevreler devletin bu tutumuna isyan ediyor, bu asimilasyondur, inkârcılıktır bangır bangır bağırıyorlardı, Türkiye’de zulüm gördüğünü. Haklarının ellerinden alındığını söylüyordu. Nitekim bu söylediklerinde doğruluk payı vardır. Trajikomik olan durum ise Kürt siyasi ve ulusalcı çevrelerin yüzyıllardır beraber yaşadığı Zaza halkına karşı uyguladığı durumdur. Çünkü Türk devletinin yaptıklarına isyan eden Kürtler, aynısını Zazalara uyguluyordu. Kürt siyasi çevresi güçlendikçe Zazalık Kürtleştirilmeye çalışılıyordu. Kürt çevreler güçlendikçe Zazalardan faydalanmak için Zazalar Kürttür söylemleriyle kendilerine taraftar ve militan devşiriyordu ve devşirmeye devam diyor. Biri ben Zazayım anadilim Zazaca derse karşısındaki Kürt milliyetçi anında
ZAZA DİYE BİŞEY YOKTUR, ZAZALAR KÜRTTÜR.
ZAZACA DİYE BRİ DİL YOKTUR, KÜRTÇENİN LEHÇESİDİR
ZAZA KELİMESİNİ TC(DEVLET) ÇIKARDI. KÜRTERİ BÖLMEK İÇİN.
Zaza dili ve kültürü için çalışma yapan Zaza aydın ve yurtseverler, kürt çevreler tarafından anında ajan devletçi, hain, düşman, Kürt düşmanı vs. yakıştırmalar yapıştırıyor. Bu şekilde kişileri sindirmek, psikolojik baskı ve şiddet uyguluyorlardı. Böylece kişilerin Zaza dili ve kimliği üzerinde çalışmalar yapmaktan vazgeçirip Zaza varlığını hiç gündeme getirmemeyi amaçlıyorlar.
İnkâr ret ve asimilasyondan şikâyet eden Kürt çevreler bunu aynısını beraber yaşadığı halk olan Zazalara uyguluyor
Söylemler aynı yöntemler aynı politika aynı. Kürt ve Türk kafasının aynı çalıştığını görmekteyiz. Devlet yıllar sonra bu yanlışından vazgeçip tüm kültürleri etnik kimlikleri ülkenin bir güzelliği ve rengi görmeye başladı. Diller kültürler Türkiye’nin zenginliğidir söylemi oluştu. fakat maalesef Kürt siyasi çevreler ise hala Zazalar üzerinde aynı yanlışı yapmaya devam ediyor.
Nuştoğ: ali pironıj
Son yıllarda Kürtçüler(Kürt ırkçılığı yapan) başta olmak üzere tüm milliyetçi kesimler şu soruyu soruyor? Nerden çıktı bu Zazalar. Yüzyıllardır aynı toprakları paylaştığı halkı unutmuşlardı. Varlığı yokluğu bile belli olmayan kendi kabuğuna çekilmiş. Kimlik olarak soyutlanmış bir halktı onlar.Varlığı yokluğu bile belli olmayan, hayatları boyunca boynu bükük, el pençe, vur ensesine al ekmeği durumunda kalacağını sanmışlardı. Tarih hafızasını sildikleri bu halkın onlara gönüllü köle olarak kalacağını planlamışlardı. Gel diyince gelen git diyince giden ezik pısırık aciz bir halk yaptıkları Zazalar, nasıl olurda böyle bir cesaretle karşımıza çıkıp, bize karşı söz söyleyebilir duruma geldi diye birbirlerine sormaktalar. kendi aralarında şaşkın, afallamış bir duruma düştüler. Adını bile nerdeyse unutmaya başlayan Zazalar nasıl olurda birkaç yılda yediden yetmişe değil kundaktaki bebekten musallah taşındaki cesete kadar milli bir uyanış sergiliyor. Hafızası silinmiş bir halk nasıl olurda bir anda tüm köklü tarihini tekrar hatırlar. İşte bunun şaşkınlığı içindeler. Ne yapacağın ne diyeceğini bilememenin acizliğini yaşamaktalar. Bu yüzden her saat yeni yalanlar, her dakika yeni oyunlar planlar hazırlamaktalar. Söylediklerinin doğruluğuna kendileri bile inanmadığı için bir saat sonra kendi söylediğinin tam tersini savunmaya başlıyorlar. Boş sözlerle beyhude bir çabayla Zaza halkını tekrardan eski çürümüş hale getirmeye çalışıyorlar. Sözleri bile onların acizliğini, cümleler içinde saklı olan düşmanlığı nefreti ve aşağılayıcı sözlerini açığa çıkarıyor.
Zazaları yok sayanlar görmezden gelenler şimdi Zaza haklarını savunan Zaza değerleri için çalışan Zaza neferlerini gördükçe bir kez daha afallıyorlar. Çünkü alışkın değiller Zazalar için mücadele edenleri karşılarında görmeye. İnanmak istemiyorlar, Öyle bir bozguna uğradılar ki MA ZAZAY(biz Zazayız) cümlesini her duyduklarında bir kez daha yenildiklerinin farkına varıyorlar. Yıllardır yaptıkları asimilasyon ve devşirme çalışmalarının boşa gittiğinin farkına varıyorlar. Hiçbir siyasi, ekonomik, örgütsel bir gücü ve desteği olmayan halkın nasıl olur böyle bir şaha kalkar diye sorular sormaktan kafalarını yemiş durumdalar. Şunu unutmuşlar galiba Zaza inancı ve İnadı. Nerden çıktı Bu Zazalar demekten vazgeçin çünkü Zazalar artık her yerden Çıkacaklar.
ALİ PİRONIJ
ERMENİ YAZARLARININ ÇARPITMALARI Şeyh Said ayaklanması ile ilgili olarak, 80 yıldan beri, özellikle Türk
ve Kürt yazarları tarafından gerçeklerin nasıl tersyüz edildiğini ve Zaza halkının
direnisinin özünün, gerçek niteliğinin kendi çıkarları istikametinde nasıl
çarpıtılarak yansıtıldığını yakinen bilmekteyiz. Biraz zahmete katlanıp arşiv
belgelerinden veya birinci elden kaynaklardan hakikatleri okuyarak, olayın
özünü öğrenmek ve kavramak yerine, Türk ve Kürt yazarlarının bugüne kadar yazdıkları
ve birbirlerinin tekrarından baska bir özelliğe sahip bulunmayan ve ciddiyetten
de tamamen uzak bir içerikte olan tarafgir eserlerinden esinlenen bazı yabancı
yazarlar da, maalesef aynı hataya düsmekten kendilerini kurtaramamıslardır. Bunların
dısında, bir de bilinçli ve kasıtlı bir şekilde, Şeyh Said Zaza ayaklanmasına baksa
öğeler de dâhil ederek, direnisi büsbütün yozlaştırmaya çalışan ve kendi
halklarının güya katkılarından da söz edip, bu büyük kıyamı kendi mücadelelerinin
kazanç hanesine yazmanın gayret ve amacında olan birtakım yazarlar da maalesef
ortalıkta arzı endam etmektedirler
Şeyh Said ayaklanmasını irdeleyen
birçok yabancı yazarın görüsleri de, isyanın “İslami” nitelikli olduğu
noktasında birlesmektedir. Bu arada kimi yazarlar, Doğu/Güneydoğu Anadolu
bölgelerinin etnik yapısı konusunda detay bilgilere sahip
olmadıklarından, doğal olarak
Zaza halkının bölgedeki mevcudiyetini, isyanın önderlerinin ve onlara tabi olan
kitlenin Zaza etnik kökenine dayandığı hakikatini kesfetmeden, yanlı ve tek
yönlü Kürt politik kaynaklarıyla konuyu irdelemis olmaları nedeniyle, olayın
bir “Kürt isyanı” olduğunu sanmıslardır. Ancak, Hollandalı sosyolog Martin van
Bruinessen gibi kimi bilim adamları ve arastırmacı yazarların ise,
ayaklanmadaki Zaza faktörünü teshis ederek, bu gerçeği çok belirgin bir sekilde
ortaya koyduklarını görmekteyiz. Bazı
yabancı yazarların, ayaklanmanın niteliğine iliskin görüsleri söyle: Thomas
Bois:
“Piran’lı Seyh Said’in 1925’teki
isyanı, hosnutsuzluğun ilk isareti olmustur. Müslümanların fanatizmi olarak
nitelendirilen bu isyan, Cumhuriyetin reformlarını tehdit etmesi nedeniyle
feodal kalıntıların ve halifeliğin Atatürk tarafından tamamen kaldırılmasına
karsı düzenlenmistir.”(130) Arnold J.Toynbee:
“Seyh Said 13 Subat’ta isyan
bayrağını açmıs ve birkaç hafta içinde ayaklanmayı genis bir bölgeye yaymıstı.
Isyancıların programlarının baslıca maddeleri, Mustafa
Kemal Pasa’nın laik hükümetinin
kaldırdığı seriatı geri getirmek ve Sultan Hamid’in oğullarından Selim
Efendi’yi Sultan ve Halife ilan etmekti.”(131)Lord Kinross:
“Piran’da baslayan ve Doğu
illerine yayılan isyanın elebasısı Seyh Sait adında10 Hınıslı bir asiret
baskanı idi. O bölgedeki Naksibendi dervislerinin de bası olan Şeyh Said,
asiretini, halifeliğin kaldırılmasına ve Kemalist hükümetin ‘kafirce’
siyasetine karsı ayaklanmaya çağırdı. 13 Subat 1925’te, birkaç haftalık sürekli
bir
propagandadan sonra ‘Allah’ın
emriyle’ isyan ilan etti. Yesil Müslüman sancağı altındaki kuvvetleri, seriatı
geri getirmek amacıyla, bölgeye yayılarak hükümet binalarını ele geçirdiler.
Jandarmaları tutukladılar. Elazığ ve Diyarbakır sehirlerine yürüdüler. Lakin
Halk Fırkası’nın asırı kanadındakiler, aksi görüsü savunuyorlardı. Bu ayaklanma
bir karsı ihtilal tesebbüsü olabilir, Doğu illerinden Türkiye’nin baksa yerlerine
sıçrayarak, rejimi devirmeyi hedef tutan bir hareket halini alabilirdi.. Seyh
Sait’le adamları, dağlık Doğu
bölgelerinde ellerinde yesil sancak, göğüslerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim;
bankaları, evleri, dükkanları basıp yakarak ‘Hak yolunda’ ilerliyorlardı.
Türklerden, Tanrı adına teslim olmalarını istiyorlardı. Vaizler onlara cennette
ödüller vaat ediyordu. Yerden ve havadan; Halife’nin kendilerinden
fedakarlık istediğini, halifelik
olmadan Müslümanlığın da olamayacağını bildiren beyannameler dağıtılıyordu.
Seriat geri getirilmeli; okullarda dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak
gezdiren hükümetin bası ezilmeliydi. Seyh Sait, Kürt istiklali yerine din
davası ile ortaya çıktığı için komsu kabilelerden kendine fazla taraftar toplayamamıstı.
Bunlar bir Naksibendi dervisinin ruhani baskanlığını kabule yanasmıyorlardı..
Seyh Sait, dava sırasında sakin davrandı.. Din elden gittiği için isyana
kalktığını söyledi. Öteki Müslümanlara kılıç kaldırmakla günaha girdiğini kabul
etmedi, onlar nasıl olsa imansızdılar. Đsyanı basarabilmis olsa, medreseleri tekrar
açarak, seriatı geri getirecek, Mecelle’yi [Osmanlı hukuku] yeniden uygulayacak;
yalancının dilini, hırsızın elini kesecekti. Seyh Sait sehpaya çıkarken, mahkeme
baskanına gülümseyerek: ‘senden hoslandım, ama kıyamet gününde hesaplasacağız’
dedi.”(132) Bernard Lewis:
“Ayaklanmayı, ‘Allahsız
Cumhuriyeti’ devirmeyi ve Halife’yi geri getirmeyi isteyen dervis ve seyhler
yönetmisti. Bunun üzerine Mustafa Kemal, tekkelerini kapatarak, birliklerini
dağıtarak ve toplantılarını, ayinlerini ve özel kıyafetlerini yasaklayarak,
dervislere karsı harekete
geçti.”(133)
Paul Gentizon:
“Seyh Said, din adına ‘Cumhuriyetin
imansız öncülerine’ karsı koydu.. Dervisler, seyhler, hatta bazı hocalar,
büyücüler, sihirbazlar, istihareciler bir nevi mâlikane
saydıkları bölgelerinde,
Cumhuriyetin yenilestirme gerçeğine karsı koymakta yarar görüyorlardı. Bu
bakımdan eski sarıklılar, Ankara’dan gelen en ilmi gerçeği bile
yanlıslık ve dinsizlikle
lekelemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.”(134)Martin van Bruinessen:
“Seyh Said, Zazaca konusan
asiretler arasında (Palu, Lice, Hani) büyük bir etkiye sahipti.. Azadi üyeleri
arasında anılmıyor..
11 Seyh Said, Hınıs’tan Palu,
Lice, Hani, Çapakçur bölgesine yerlesmek üzere ayrıldı. Bu bölgenin yoksul Zaza
asiretleri içinde çok sayıda müridi vardı. Öncelikle, hasım asiretler
arasındaki arabuluculuk girisimleri çok etkiliydi. Seyh, Xormek asiret reislerine
bir mektup yazdı. Din adına, Xormeklileri Ankara hükümetine karsı cihada
çağırıyordu. Xormekliler Alevi
olduğundan Seyh’in sözü herhangi bir ağırlık tasımıyordu ve onları isyana
katamadı..
Şeyh Said’in yanı sıra Savaş
Komitesi sunlardan olusuyordu:
Fehmi Bilal Efendi,
Madrag’dan Sadi Beg,
Seyh İsmail, Têrkanlı
Resid Ağa, Hanili Salih
Beg, Piranlı Sediq veLiceli Mela
Mıstefa.
Hepsi de isyanın merkezi
bölgesinden
Zazalardı.. Seyh Serif ve Yado Ağa
(Zaza sef)
komutasındaki harekete bağlı
güçler, önce Palu’yu alıp, oradan Xarput ve Elaziz üzerine ilerlediler.
Elaziz’in
Valisi sonradan, ‘Kur’an’ı
süngülerine takmıs oldukları için (bu, Kur’an’ın ortaya çıkısından birkaç yıl
sonraya dayanan taktiktir), jandarmalarının isyancılara ates
etmediklerini’ iddia ediyordu..İsyana
en büyük katılım, Piran, Çapakçur, Lice, Hani dağlık bölgelerindeki Zaza
asiretlerinden oldu. Bunlar, Seyh
Said ve diğer katılan seyhlerin kisisel etkileri altındaki asiretlerdi. Kurmanc
asiretlerinden Cibran ve Hesenan’ın da önemli katkıları oldu. Bunlar, Karlıova,
Varto, Bulanık, Malazgirt ve çevresinde oturanlardan olusuyordu. Siverek,
Pötürge, Çemisgezek civarındaki kendiliğinden patlamalar hareketin alanını
genisletiyordu. Zaza asiretlerde katılım hemen hemen bütünüyleydi. Kurmanc olan
Cibran ve
Hesenan’ın bütünüyle isyana
katılıp katılmadığı bilinmiyor. İkisi de biraz genistir ve büyük sefleri yoktu.
Fakat her birinde birtakım ağalar vardı. Cibran ağalarından biri,
Seyh Said’i İran’a kaçmak
isterken ihbar etmekle ünlü Kasım Bey’di. Diğer asiretlerden Azadi’nin
yaklasımlarına ilkin olumlu karsılık verenlerin çoğu sonradan uzak durdular.
Hatta isyana karsı çıkanlar da oldu. Türk takviye birlikleri geldiğinde
Raman’dan Emin Perixan bunlara
katıldı. Pencinaran’dan Cemilê Çeto da, isyana karsı saldırı davetine olumlu
yanıt verdi. C.Çeto’nun, Diyarbekir cephesinde Türk birliklerine katıldığı
söyleniyor. Beritan asiretinin [Kürt/Kurmanc] bir kolu, Elaziz 12 yolu üzerinde
Seyh Serif’in güçlerine önce katıldılar, fakat sonra yaklasan Türk birlikleri
yüzünden doğuya geri çekilmek zorunda kalan Seyh Serif’in güçlerine
saldırdılar..Diyarbekir’in iki
büyük [Kürt/Kurmanc] ailesinden biri olan Pirinçcizade’ler, Kemalistlerden yana
olup, cömertçe ödüllendirilmekteydiler. Cemilpasazade’ler ise Kürt milliyetçisi
olarak tanınıyorlardı. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin (Kürt Kulübü) sehirde
binlerce üyesi vardı. Ancak bu örgüt, isyanda önemli roller üstlenemedi.
Cemilpasazade’ler bile isyan
karsısında çok pasif bir tavır aldılar. Bu örgüt, sehirde isyanı destekleyecek
bir ayaklanma örgütleyemedi. Kusatma sırasında Diyarbekir’de bulunan bir
yabancıya göre, Cemilpasazade’ler, isyan konusunda önceden bilgiliydiler ancak
bulasmaktan korktular. Hatta ailenin en yaslı üyesi olan Kasım, Subat’ta Diyarbekir’i
terk ederek Istanbul’a gitti. Aileden biri olan Mehmed’in ise, bazı köylülerden
olusturduğu bir grupla, Türk tarafında [yer alıp, isyancılara karsı] döğüstüğü
bile söylenmekteydi. Đsyanın diğer alanlarında Diyarbekir’deki Kürt Kulübü’yle
karsılastırılabilecek bir örgüt yoktu. Elaziz’in soyluları baslangıçta, isyanı
kendiliğinden, inanç ve Halife savunucusu olarak hos karsılamıs olabilirler. Fakat
yağmalamalar baslayınca, Türk birliklerine yardım edip, isyancıları sehirden kovdular..
Sehirlerdeki örgütsüz lümpen-proletaryayı teskil eden kesim (el becerilerine
dayalı vasıfsız islerde çalısanlar), isyana büyük sempati gösterdi. Çoğu Zaza asiretlerindendiler.
[İsyancılar] bunlar sayesinde Diyarbekir’e girebilmisti. Ancak bunlar, genel
bir isyana kalkısmamıslardı. Silahsız, örgütsüz bunu gerçeklestirmek çok zordu.
Elaziz’de ise aynı lümpen-proletarya isyana, sehri yağmalama biçiminde katılmıstı.
Savasçı olarak katıldıkları görülmedi.. Seyh Said’in kendisi çok dindar bir
adamdı ve Türkiye’deki laiklik reformlarına
içten bir kızgınlık duyuyordu..
Hareket ‘cihad’ olarak adlandırıldı. Seyh Said, ‘Emir’ül-Mücahidin’
(Mücahidlerin Amiri) unvanını aldı.”(135) Martin van Bruinessen, Seyh Said
ayaklanması ile ilgili yukarıdaki görüslerini, 1978
yılında kitap olarak yayınladığı
doktora tezinde dile getirmistir. Bruinessen, konu hakkında yaptığı
arastırmalar sırasında çesitli Kürt kaynaklarını incelediğini ve birçok Kürt
sahısla bizzat görüstüğünü de ifade etmektedir. Bruinessen, söz konusu kitabında;
“Bu döneme iliskin kaynakların çoğu biraz yanlıdır, partizanca yazılı
anılara ve sözlü anlatımlara
dayanır, sonraki süslenmis yorumlamalar ve belli bir yöne çeken düsünceye
dayanır.” (136) seklinde açıkça dile getirdiği husus, bizce çok
önemlidir ve konu hakkında arastırma
yapacak akademisyenlere de bir mesaj niteliğindedir.
Martin van Bruinessen’in bir
bilim adamı olarak bu konuyu irdelediği dönemde henüz Zazalara ait yayınlar
yoktu ve kendisi Zaza yazarlarının konuya iliskin13
analizlerini de bilmiyordu.(137)
Buna rağmen, Seyh Said ayaklanması ile ilgili teshis ve tespitleri büyük ölçüde
doğruydu.(138)
ŞEYH SAĐD VE DĐĞER ZAZA ÖNDERLERĐNĐN ĐDAMI (29 HAZĐRAN 1925)
Şeyh Said Efendi ile birlikte Diyarbekir’deki Şark Đstiklal Mahkemesi’ne sevkedilen toplam 81 “sanık” hakkında, yaklaşık iki ay süren soruşturma ve yargılama müzakereleri sonunda, Savcı Ahmet Süreyya [Örgeevren], 27 Haziran 1925 Cumartesi günü son iddianamesini okudu. Đddia sona erince ayaklanmanın öncülerinin son savunmaları dinlenmeye başlandı. Şark Đstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya [Örgeevren], son savunmalar konusunda şunları ifade ediyor: “Đlk olarak, isyan başlar başlamaz ‘Emirü’l-Mücahidin’ [mücahidlerini lideri] ve sonraları ‘Hadimü’lMücahidin’ [mücahidlerin yardımcısı] ünvanını takınan Şeyh Said’in müdafaası dinlendi. Şeyh, müdafaasını, büyükçe iki sayfalık bir kağıda yazmıştı. Gözlüğünü takarak ağır ağır okuyordu. Sözlerinde hukuki bir kıymet ve ehemmiyet taşıyan hiçbir şey yoktu. Đsyanın sebebi olarak Piran’da vukua gelen ve jandarmalarla haklarında tutuklanma emri olan şeyhler arasındaki silahlı bir ayaklanmayı istemediğinden, 8 ancak halkın kendiliklerinden yaptıkları silahlı harekete mani olamayarak nasılsa onlara katılmış bulunduğundan bahsediyordu. Ayaklanmanın sebebi olarak da, şeriat ahkamına riayet edilmesi [uyulması] arzusunu gösteriyordu. Şeyh Sait ile duruşmaları birlikte yapılan ve sayıları sekseni geçen sanıklar kümesi içinde bulunan Vartolu Binbaşı Kasım [Ataç] Bey’den maada [başka] bütün suçlular gibi, Şeyhin büyük bir inat ve ısrarla inkar veya saklamakta devam ettiği iki hakikat vardı: 1.Kürtlük davası gütmediği, 2.Piran ziyaretinden evvel, başkumandanlığını yaptığı isyanın ‘musammem ve mürettep’ [düşünülmüş ve planlanmış] olmadığı hususları. Şeyh Said, isyan harekatına dair hemen her şeyi bilindiği gibi söylemekten hiç çekinmediği halde, bahsi geçen iki nokta hakkında gayet ketum olmayı bir an terketmiyordu.”(70) Görüldüğü üzere, Şark Đstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya [Örgeevren], Şeyh Said ile diğer şahsiyetlerin davanın son gününe kadar dahi “Kürtlük davası gütmedikleri” yönündeki tutumlarında ısrarla direndiklerini itiraf etmesine rağmen, bilerek, hukuku çiğneyerek ve önyargıyla hareket ederek, davaya “Kürtlüğü” bulaştırmaktan geri kalmadı. Mahkemenin, Savcılığın iddiası ile “sanıkların” son söz ve müdafaalarını dinledikten sonra, ittihaz eylediği 28 Haziran 1341 [1925] tarih ve 341/69 numaralı karar, aynı gün, Mahkeme Başkanı tarafından, açık celsede “sanıklara” tebliğ edildi. Mahkeme kararında şöyle deniliyordu: “Din ve şeriatı alet ittihaz ederek, hakikatte ‘müstakil bir Đslam Kürt hükümeti’ kurmak(71) maksat ve gayesiyle Şeyh Said’in vukua getirdiği müsellah [silahlı] isyan ve ihtilal hareketlerine muhtelif şekil ve suretlerde karışıp katılarak isyanın devam ettiği haftalar ve aylar boyunca, birçok şehir, kasaba ve köyleri –devlet ve hükümet zabıta ve askeri kuvvetleriyle, kanlı ve harp halinde, çarpışmak suretiyle- zapt ve işgal eden ve ihtilal bölgesindeki en mühim vilayet merkezlerinden Diyarbekir şehrini dahi muhasaraya alan ve orada dahi inat ve ısrarla harp ve kıtalden çekinmeyen ve nihayet uğradıkları acz ve mahrumiyetten sonra tutuldukları günlere kadar birçok asker, zabit ve vatandaşları cerh, şehit, esir eden, sirkatler, gaspler, yağmalar yapan ve yaptıran şahıslardan oldukları iddiasıyla muhakemeleri icra edilmiş olan seksenbir sanıktan; 1. Şeyh Said (Palu’lu, Nakşibendi Tekkesi şeyhi), 2. Melekanlı Şeyh Abdullah (Solhan’lı, Varto ve Muş Cephesi Kumandanı), 3. Kamil Beg (Tokliyanlı Halid Beg’in oğlu, aşiret reisi, Varto cephesinde görevli), 4. Baba Beg (Kamil Beg’in kardeşi), 5. Şeyh Şerif (Elaziz Cephesi Kumandanı, Palu/Gökdereli), 6. Fakih Hasan Fehmi (Darahini Đnzibat Kumandanı ve Geri Hizmetler Amiri, Modanlı, Zıktê aşiretinden), 7. Hacı Sadık (Genc/Valêrli, Genc mıntıkasında görevli), 8. Şeyh Đbrahim (Çan’lı, Çabakçur Müftüsü), 9. Şeyh Ali (Harput cephesinde görevli), 10. Şeyh Celal (Harput cephesinde görevli), 11. Şeyh Hasan, 12. Mehmet Beg (Diyarbekir ve Lice cephelerinde müfreze kumandanı, Garip’li Đzzet Beg’in oğlu), 9 13. Mustafa Beg (Hani eşrafından), 14. Salih Beg (Hani eşrafından), 15. Şeyh Abdullah (Çan’lı, Çabakçur cephesinde görevli), 16. Şeyh Ömer, 17. Şeyh Adem (Hani’li), 18. Kadri Beg (Maden’li, Maden Đnzibat Kumandanı), 19. Molla Mahmud (Piran’lı, Maden cephesinde görevli), 20. Şeyh Şemseddin (Silvan Cephesi Kumandanı), 21. Şeyh Đsmail (Diyarbekir/Termil köyünden), 22. Şeyh Abdüllatif (Diyarbekir/Termil köyünden), 23. Molla Emin (Melekanlı Şeyh Abdullah’ın müridi, Balikan’lı, Varto cephesinde görevli), 24. Ali Arab Abdi Beg (Çabakçur cephesinde görevli), 25. Mehmet Beg (Varto cephesinde görevli, Kargapazarlı Halil Beg’in oğlu), 26. Süleyman Beg (Şeyh Şerif’in katibi, Şinik’li Jandarma Hasan Beg’ın oğlu), 27. Molla Cemil (Genc/Musyanlı, Palu ve Elaziz cephesinde görevli), 28. Süleyman Beg (Bingöl/Az Aşireti Reisi Ömer Beg’in oğlu), 29. Süleyman Beg (Şerif Beg’in oğlu, Kiği cephesinde görevli), 30. Tahir Beg (Fakih Hasan Fehmi’nin katibi), 31. Mahmut Beg (Hani’li Mustafa Beg’in oğlu), 32. Şeyh Ali (Şeyh Musa’nın oğlu, Varto cephesinde görevli), 33. Hacı Halid (Balikan’lı, Varto cephesinde görevli), 34. Timur Ağa (Varto cephesinde görevli), 35. Abdüllatif Beg (Hınıs’lı Kamil Beg’in oğlu), 36. Mehmet Beg (Muş’lu, Varto cephesinde görevli), 37. Süleyman Beg (Varto cephesinde görevli), 38. Bahri Beg (Varto cephesinde görevli), 39. Şeyh Cemil (Zorabad’lı), 40. Yusuf Beg (Çapakçur’lu Süleyman Beg’in oğlu, Çapakçur cephesinde görevli), 41. Ali Badan Beg (Bingöl/Yamac Aşireti’nden, Çapakçur cephesinde görevli), 42. Halid Beg (Kargapazar’lı, Varto cephesinde görevli), 43. Halid Beg (Nadir Beg’in oğlu, Harput cephesinde görevli), 44. Tahir Beg (Mehmet Beg’in oğlu), 45. Tayip Ali Beg (Nahiye Müdürü), 46. Çerkes (Şeyh Said’in hizmetçisi Yusuf’un oğlu), 47. Jandarma Hamid, 48. Hüseyin Hilmi Bey (Çapakçur Kaymakamı), 49. Hasan (Hani’li Salih Beg’in oğlu, 11 yaşında), isyanın asli faillerinden olarak idam cezasına mahkum edildiler. Ancak bunlardan Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi Bey’in evvelce, muhtelif zaman ve mahallerde vatani hizmetleri olduğu anlaşıldığı için geçmiş bu hizmetlerinin hafifletici sebep olarak kabulü ile idam cezasının 15 sene kürek cezasına tahviline, Salih Beg’in oğlu Hasan’ın da 15 yaşını ikmal etmemiş olmasına binaen onun hakkındaki idam cezasının da ‘berayi ıslah’ 10 sene hapse çevrilmesine ittifakla karar verilmiştir.”(72) Böylece, 13 Şubat 1925 tarihinde Piran’da başlayan Zaza-Đslami/Nakşibendi direnişinin yönetici kadrolarından Şeyh Said ile birlikte toplam 47 şahsiyet, Mahkemece verilen idam kararı üzerine, 29 Haziran 1925 Pazartesi günü saat 03:00 sıralarında, Diyarbekir’in Dağkapı mevkiinde kurulan 47 sehpada asılarak idam edilmiştir. Şeyh Said, idam edilmeden kısa bir süre önce, Son Saat Gazetesi muhabirinin not defterine Arapça olarak şu cümleyi yazmıştır: “Mücadelem, Allah ve din uğruna ise, darağacında asılmama perva etmem. Muhammed Said Palewi”(73) Đdam sehpasına götürülürken de; “Yarın mahşer gününde hepimiz muhakeme olacağız (hesaplaşacağız)” deyip, kelime-i şahadet getirmiş ve
Her kavmin, her milletin kendisine has
kültürü, örf ve adetleri vardır. Bu özellikler kavimlerin kendi içinde
birlikteliği ve o kavme aidiyet duygusunu güçlendirir.
Türkiye nüfus
çoğunluğu olarak Türkler, Kürtler ve Zazalar ilk 3 sırada yer alıyor. Toplumda
baskın halklar ise Türk ve Kürt halklarıdır. Zazalar ise Kürt ve Türk Kimliği
gölgesinde kaldı. Türk Kürt halkları ilerlerken Zaza halkı geriye gitti. Çünkü Zazalar
Kürtlük ve Kürt davası için çalıştı. Kürt ulusal mücadelesinde bazen dağda,
bazen ovada mücadele etti. Bazı kesim Zazalar’da Türk için Türklük için
mücadele etti. Hatta Türklere Türklüğü öğreten kişi(Ziya Gökalp) bile Zaza’ydı.
Zazalara Kürt ve Türk elbisesi giydirilmiş ve gece gündüz durmadan Kürtlük ve
Türklük için bir köle gibi çalıştırılmıştır. Savaşta Zaza ölür, şehit Türk
olur. Zaza mücadele eder ama Kürt kahraman olur. Zaza çalışır ama Kürtler,
Türkler kazanır. Zaza her şey olur ama Zaza olmayı beceremediği için Zaza halkı
hep yok sayılır, toplumdan soyutlanır, yokmuş gibi davranılır.
Zazalar her zaman
ayağa kalkmaya hazır bir halktır. Ne kadar darbe yese de, baskı ve zorluklarla
karşılaşsa da eski gücüne kavuşması kısa süre de gerçekleşir. Tek bir ihtiyaç
vardır. Birinin Zazalara seslenip uyandırması. Üzerindeki uyku sersemliğini
hemen üzerinden atıp ayağa kalkar. İşte bu seslenişi 1980’lerde Ebubekir
Pamukçu yaptı. Uyanış başladı. Zaza halkı ve Zaza öz değerleri için bir
hareketlenme oldu. Zazalar yine gündeme gelmeye Zaza dili ve kimliği farklı
platformlarda tartışılmaya başladı. Farklı ideoloji ve gruplar içindeki Zazalar
tek tek gelip Zaza dili ve kimliği için mücadele saflarına katıldı. Zaza dil,
kimlik, tarih, kültür vs. her alanda güçlenmesi için el ele verip Zazalığına
sahip çıktılar. Başkaları için yeterince çalışmışlardı. Şimdi kendi milleti
için çalışma zamanı gelmişti.
Zaza dil ve kimliği
için çalışmaya karar veren Zazalara karşı saldırı ve kirli algı operasyonları
yapılmaya başlandı ve devam ediliyor. Zaza dili ve Zaza kimliği için
çalışanlara hain ajan diye iftiralar atılıp Zaza halk gözünde karalama, Zaza
halk kamuoyunun desteğini çekip, Zaza aydın ve yurtseverlerin çalışmalarını
etkisizleştirme gayreti var.
Yüzyıllarca Kürtlük ve Türklük için çalışırken
iyi, Zazalık için çalışınca kötü.
Zazalar ve Zaza dili için bir şeyler yapınca hain ajan ilan
eden Kürt çevreler, Zazaların sadece Kürt ve Kürtlük için çalıştığında hoşnut
kaldığını Zaza adının dahi bir yerlerde gündeme gelmesinden rahatsız olduğunu,
son yıllarda Zaza çalışmalarını gizli ve açık ellerle engellemeye çalışmasıyla
açık bir şekilde görülmüştür. Zaza dili için çalışan Zaza aydın ve
yurtseverleri t.c ajanı ile itham ediyorlar. Peki devlet bugüne kadar Zazalar
için özel bir çalışma yapmış mı? Hayır. Bilakis Kürt çevrelerin Zazaları
Kürtleştirme değirmenine su taşımıştır. Zazaca kitapları Mardin Artuklu
Üniversitesine hazırlattı. Hazırlayan Kadri Yıldırım Zaza dili üzerine bir
çalışması olmayan ve HDP ye yakınlığıyla bilinen bir kişidir. Nitekim bir
sonraki seçimde HDP milletvekili olmuştur. Bu ders kitabı adeta Zazaları
Kürtleştirme kitabı gibi hazırlamıştır. TRT üzerinden 23 saat Kürtçe yayın
yapan ve bir saat Zazaca yayın yapan kanal açmış. Daha sonra TRT6 kanalın
adının TRTKURDİ yaparak bizzat Kürtçülerin Zazaca’yı lehçeleştirme oyununa
katkı sağlamıştır. Şimdi soralım kendimize devlet en çok kime destek veriyor.
Kürtçülere mi yoksa Zazalara mı? Bir başka tarz da soralım t.c ajanı kim
Kürtçüler mi yoksa Zazalar mı?
Zaza aydın ve yurtsever halkı Zaza dilini ve kültürünü
korumak için çabalıyor. MA ZAZAY(ben Zazayım) diyor. Bu Zazaların en doğal
hakkı. Zaza dili ve Zaza kültürünün gelişmesi yaşatılması sizin niye zorunuza
gidiyor. Zazaca’nın gelişmesi Kürtçe veya Türkçeden bişeyler eksiltmiyor. Zaza
haklarının verilmesi Kürtlerin hakkına bir zarar vermiyor. Zazaca UNESCO
tarafından kaybolma riski taşıyan diller kategorisinde yer aldığını duyurduğu
21 şubat 2009 tarihinden bugüne kadar hiçbir Kürt parti ve vekilinden Zaza
Dilini koruma ve yaşatma anlamında bir basın açıklaması yaptığını, bir çalışma
yürüttüğünü kimse görmedi. Zaza dilini yaşatmak için çalışan ve tek gücünün
yüreğindeki Zaza sevdası olan temiz zaza yurtseverlerine iftiralar, hakaretler
ederek bu yürüyüşü durdurmayı hedefliyorlar. Beyhude bir çabadır. Zazaların ve
Zaza dilinin gelişmesi için çalışan Zazalar sadece anadillerinin gelecek
kuşaklarca konuşulan canlı ve zengin bir millet olarak yaşamak. Buna insan olan
herkesin saygı duyması gerekir.